E-Posta: info@mugiad.org.tr Tel: 0252 212 51 57

Dünya Derin Bir Sistem Değişikliğinden Geçiyor

IMF eski baş ekonomisti  KENNETH ROGOFF, küresel ekonominin bir dönüm noktasında olduğunu düşünüyor. Ona göre dünya, uzun süreli yüksek reel faiz oranları ve daha yüksek enflasyon çağına doğru derin bir sistem değişikliğinden geçiyor. “Aşırı kolay para ve aşırı düşük faiz oranları çağının sona ermesiyle birlikte bankacılık ve finans sorunları iyileşme sürecine girmeden önce daha da kötüleşecek” diyen Rogoff, Çin’in Rusya karşısında alacağı pozisyona göre deglobalizasyonun da mümkün olabileceğini düşünüyor.

Harvard Üniversitesi’nde ekonomi ve kamu politikası profesörü olan, IMF eski baş ekonomisti Kenneth Rogoff, küresel durgunluğun sınırda olduğunu ve beklenenden daha derin olabileceğini düşünüyor. Küresel ekonominin bugüne kadar şaşırtıcı bir şekilde dirençli olduğunu söyleyen Prof. Rogoff, “Pek çok şokun yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Küresel ekonomi için bir dönüm noktasında olabiliriz” ifadesini kullanıyor. Dünya, uzun süreli yüksek reel faiz oranları ve yüksek enflasyon çağına doğru derin bir sistem değişikliğinden geçiyor. Prof. Rogoff’a göre aşırı kolay ulaşılan para ve aşırı düşük faiz oranları çağının sona ermesiyle birlikte, iyileşme sürecine girmeden önce, bankacılık ve finans sorunları daha da ağırlaşacak. Tüm bunlara ülkelerin borç sorunları da ekleniyor. Küresel durgunluk yaşanırsa işler daha da zorlaşacak. Dünyada yaşanan sorunların yanı sıra büyük bir afet yaşayan ülkemiz, aynı zamanda seçim sürecine de girdi. Prof. Rogoff’a göre yeni bir hükümetin birinci gün yapması gereken ilk şey, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yeniden sağlamak olmalı. Merkez bankalarının bağımsızlığını korumasının birçok ülkede kurumsal ve ekonomik istikrarı bir arada tutan şey olduğunu ifade eden Prof. Kenneth Rogoff ile küresel ekonominin mevcut durumunu, öngörülerini ve ABD’de yaşanmakta olan banka krizlerini konuştuk:

Bir makalenizde “Ekonomik toparlanmaya dair bazı olumlu işaretler olsa da ani bir sıkışma, küresel ekonomiyi ciddi şekilde istikrarsızlaştırabilir, borsanın çökmesine neden olabilir ve küreselleşmeden uzaklaşmayı hızlandırabilir” diyorsunuz. Öncelikle küresel ekonomideki olumlu işaretlerin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

Küresel ekonomiye bütün olarak baktığımızda, bugüne kadar şaşırtıcı bir şekilde dirençli olduğunu söyleyebilirim. Çin’in sıfır COVID politikasından 180 derecelik dönüş yapması gibi temkinli iyimserlik nedenleri söz konusu oldu. Çoğu kişi, son 3 yılın çoğunu karantinada geçiren, şu anda harcayacak trilyonlarca dolar tasarrufa sahip olan Çinli tüketicilerin, bastırılmış talep nedeniyle büyük bir “intikam harcaması” dalgası yaratabileceğini ve bu doğrultuda büyümeyi hızlandıracaklarını, petrol fiyatlarının varil başına 100 dolara çekilebileceğini umarak küresel toparlanma umutlarını bu senaryoya bağladı. Hindistan, indirimli Rus petrolü alımlarının da yardımıyla güçlü bir büyümenin tadını çıkarmaya devam ediyor. Avrupalılar ise kıta ekonomisinin 2023 yılında resesyona girmeyeceğine veya en azından derin bir resesyona girmeyeceğine dair aşırı güvenli tahminler karşısında heyecanlanmış görünüyor. Avrupa Birliği’nin politika gündeminin başında yer alan küresel ısınmanın Avrupa’yı birçok analistin öngördüğü gaz kıtlığı ve fiyat artışlarından kurtarmış olması ise ironik. Gerçekten de esen tüm ters rüzgarlara karşın bunlar sürpriz oldu.

Bu sürprizlere karşın size göre en önemli riskler neler?

Küresel ekonominin karşı karşıya kaldığı en önemli risklerden biri, Rusya-Ukrayna Savaşı. Eğer Ukrayna’dan bahar saldırısı gelirse Rusya’nın kayıplarını azaltmak için nükleer silah kullanma riski söz konusu olabilir. Böyle bir durum yaşandığında Batı, yaptırımlarını çok daha ciddi boyutlara çıkaracaktır. Kuzey Kore ve İran’a yaptıkları gibi “ikincil yaptırımlar” uygulamaya ba��layacaklardır. İkinci yaptırımlar, Rusya ile iş yapmaya devam eden üçüncü taraf ülkeleri hedef alır. Böyle bir durum gerçekleşirse nükleer silah kullanımını eleştirmesine rağmen Çin’in Rusya’nın yanında olacağını düşünüyorum. Hindistan gibi tarafsız ülkeler taraf seçmeye zorlanacağı için oldukça güç bir durumda kalacak. Bunun sonucunda küresel barış sağlanıncaya kadar, ki Putin bununla çok da ilgileniyor gibi gözükmüyor, küresel ekonominin önemli bir ayrılık yaşayacağını düşünüyorum. Rusya’ya uygulanan yaptırım, rejimin ekonomisini çökertmiş olsa da üçüncü taraf ülkelere uygulanan cezalar da dahil olmak üzere Kuzey Kore ve İran’a uygulanan yaptırımlardan çok daha hafif. Ağır yaptırım uygulanması, söylemesi kadar kolay değil elbette. İkincil yaptırımların uygulanması Putin’in üzerindeki baskıyı artırabilir, ancak küreselleşmeden uzaklaşmayı da hızlandırabilir. Rusya, şimdilik Hindistan ve Çin’e petrol satmaya ve İsrailli ihracatçılardan taze meyve ve sebze almaya devam ediyor. Yaptırım rejimiyle birlikte Avrupa’nın Rusya’ya yaptığı ihracat düştü. Ancak aynı zamanda Rusya ile Türkiye, Ermenistan, Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkeler arasındaki ticaret hacmi arttı. Sonuç olarak halihazırda yaptırımların Rusya ekonomisini beklendiği kadar sert veya hızlı bir şekilde etkilemediğini söyleyebiliriz.

 “Çin, Batı tarzı bir kriz yaşamayacak” diyorsunuz. Çin’in karşılaştığı başlıca zorluklar neler? Rusya-ABD ilişkileri Çin’i nasıl etkiliyor? 

Çin’de büyük bir konut krizi var. Ancak Batı ekonomisine benzemeyen bir yönü, hükümetin bankacılık sistemi üzerinde büyük bir kaldıracı söz konusu. Borçların write-off olarak bilinen işlemle bilançodan silinmesi ya da üçüncü taraflara satılması çok daha hızlı bir şekilde mümkün olabiliyor. Ancak bu durum, temel sorunu çözmüyor. Gayrimenkul sektörü yıllar sonra ilk defa düşen gelir düzeyiyle karşı karşıya. İnşaat sektörü, büyümede başlıca hedef olduğu için finansal krizin kendisi kapatılsa bile bu bir yanılgıya neden olacak. Çin’in önümüzdeki 10 yılda geçtiğimiz döneme göre çok daha yavaş büyümesini bekliyorum. Daha önce de belirttiğim gibi eğer Çin Rusya’yla birlikte olursa ki öyle olacak gibi gözüküyor, bu birlikteliğin sonucunda deglobalizasyonu büyük bir şekilde göreceğiz. Bu durum henüz yaşanmadı. Çünkü her iki taraf da bunun ne kadar büyük zorluklar içerdiğinin farkında.

ABD bankacılık sisteminde neler oluyor? Amerika’nın 16’ncı büyük bankası olan Silikon Vadisi Bankası’na kayyum atandı. Ardından Signature Bank ve Silvergate geldi. Amerikan Hazine Bakanı Janet Yellen, batan bankayı kurtarmayacaklarını söyledi. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? 

Bir bankayı kurtarmaktansa satmanın çok daha iyi olduğunu düşünüyorum. Bir bankayı satmak, yalnızca onu kurtarmanın mali yükünden kaçınmaya yardımcı olmakla kalmıyor aynı zamanda piyasanın rekabetçi ve verimli kalmasını da sağlıyor. Bu nedenle doğru bir yaklaşım olarak görüyorum. Bunun en iyi örneğini İngiltere sergiledi.

Federal Mevduat Sigortası (FDIC) bankada kalan mevduatları yeni bir tüzel kişilik oluşturarak koruma altına aldı. Sizce bu bir kurtarma paketi mi? 

Beyaz Saray ve diğer yönetim yetkilileri, eylemlerinin bir kurtarma paketi olmadığı konusunda ısrar ediyor. Ancak hükümet mevduat sahiplerini haklı olarak koruyor. Hükümet mali krizden sonra sigortasız mevduat sahiplerini ve para fonlarını kurtarmayacağına söz vermişti. Ancak anladığım kadarıyla her şeyi garanti ediyor. Yani bu kesinlikle bir kurtarma paketi.

Bir yazınızda finansal şoklar görebileceğimiz konusunda uyarıda bulundunuz. Sizi endişelendiren neydi? Yaşananların etkileri nasıl olacak?

Küresel bankacılık sistemi, temelde oldukça sağlam; çünkü 2008’den sonra daha sıkı sermaye gereksinimleri koydular. Öte yandan küresel ekonomide bazı açılardan 2008 yılından daha derin sorunlar var. O zamanlar enflasyon yoktu, faizler düşüktü. Avrupa’da süregelen bir savaşımız yoktu. Bu yüzden bazı sektörlerde sorun olmasına şaşırmadım. Bence bu kadar şok olmamalıyız. Asıl büyük konu, insanların uzun yıllar parayı neredeyse bedava almaya alıştıktan sonra yüksek faizle karşılaşması… Çok düşük faiz oranları, uzun vadeli yatırımları hayata geçirmek ve girişimleri finanse edebilmek için harika bir yolculuktu. Önümüzdeki 10 yılda uzun vadeli reel faiz oranlarının oldukça yüksek olması muhtemel. Mali krizler neredeyse her zaman dalgalar halinde gelişir. Ve daha fazla bankacılık ve borç sorunu olacağı neredeyse kesindir. Dünya, uzun süreli yüksek reel faiz oranları ve daha yüksek enflasyon çağına doğru derin bir sistem değişikliğinden geçiyor. Aşırı kolay para ve aşırı düşük faiz oranları çağının sona ermesiyle birlikte bankacılık ve finans sorunları iyileşme sürecine girmeden önce neredeyse kesin olarak daha da kötüleşecek. Tüm bunlara ülke borç sorunları da ekleniyor. Küresel bir durgunluk yaşanırsa işler daha da zorlaşacak.

 Bahsettiğiniz küresel risklerin yanı sıra ülkemizde büyük bir afet yaşandı. Seçim sürecindeyiz. Sizce Türkiye büyümek ve mevcut makroekonomik konjonktürün etkilerini en aza indirmek için ne yapmalı? 

Mevcut Türk hükümetinin yaptığı en büyük ekonomik hata, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını kaldırmak oldu. Türkiye, gelişmekte olan büyük piyasalar arasında en zayıf merkez bankasına sahip olmakla ünlendi. Herhangi yeni bir hükümetin birinci gün yapması gereken ilk şey, merkez bankası bağımsızlığını yeniden sağlamak ve enflasyonu yavaşça daha normal seviyelere çekmeye çalışmak olmalıdır. Hiperenflasyon olmasa da yıllık yüzde 50 enflasyon topluma büyük zarar veriyor. Okuyucularınıza bu sorunun etkilerini anlatmama gerek yok. Ancak asıl problem, enflasyonun yüksek olmasından ziyade öngörülemez olmasında. Türkiye’nin ciddi bir faiz artırımına gitmeden enflasyonu aşağı çekebilmesi çok zor. Faiz oranlarının yükseltilmemesi ve merkez bankası yöneticilerinin tekrar tekrar görevden alınarak kredibiliteye zarar verilmesi nedeniyle enflasyonun kontrol altına alınması gecikti ve zor hale geldi.


ABD’DE BÜYÜK RESESYONA SEBAP OLABİLİR

“RİSK ÇOK YÜKSEK” 2023 yılının sonunda ABD’de resesyon yaşanma riski çok yüksek. FED yumuşak bir inişe geçişte henüz başarılı olamıyor ve faiz oranlarını biraz daha yükseltmesi gerekiyor. Enflasyon çok yüksek ve derin bir şekilde yerleşmiş durumda.

FED’İN ZOR DÖNEMİ 
FED şimdi çok zor bir dengeleme süreciyle karşı karşıya. Sıkılaşmaya devam ederse ekonomiyi büyüme trendinden resesyona doğru yönlendirmiş olacak. Geri adım atarsa enflasyon o kadar köklenmiş olacak ki yeniden aşağı seviyelere getirmek uzun yıllar gerektirecek. Bu, daha da büyük bir resesyona da neden olabilir.